pembe kebelek

Hayata biraz daha pozitif bakmaya ne dersin ? Her zorluğun arkasında güzel bir süpriz vardır. Ders çalışmak, sınavlara girmek, hatta okula gelmek sana da sıkıcı geliyorsa eğlenceli bir şekile dönüştürmeye ne dersin ? Sonuçta herşey isteyince, sevince, eğlenince güzel !
Ders blogger'indan daha fazlası...
:)

1 Mayıs 2016 Pazar

MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR ?

Mehmet Âkif Ersoy 20 Aralık 1873’te İstanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi.
Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Babası, ona ebced hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.
İlk öğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. İki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirdi.
Mehmet Âkif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu.  Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlanacaktır.
Mehmet Âkif’in hem öğrencilik hem de hocalık yaptığı bu mekânda bugün  İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hizmet vermektedir. Mehmet Âkif ve arkadaşlarının yemekhane salonu bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mehmet Âkif Ersoy Fuaye Salonu olarak kullanılmakta, iç kapı üzeri ve çevresini tam kıtalarıyla İstiklâl Marşı ve Âkif’in büyük portresi süslemektedir. Aynı kampüste Mehmet Âkif  Ersoy Tarım Müzesi de yer almakta ve gençlere her fırsatta büyük şairimizi hatırlatmaktadır.
II. Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Âkif, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin’in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup,  Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, 500 lira ödül konularak açılan İstiklâl Marşı yarışmasına başta katılmadı. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle ikna oldu. Onun orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45'te Milli Marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı.
Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti, Edirnekapı Şehitliğinde yatmaktadır. En önemli iki eseri İstiklal Marşı ve şiirlerini yedi kitap halinde topladığı Safahat’tır.











MEHMET AKİF ERSOY'UN ŞİİRLERİ :


 BİR GECE

Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi, 
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi! 
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler; 
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi! 
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î: 
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi; 
Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar, 
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi. 
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; 
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! 
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin 
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi. 

Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz, 
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! 
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum, 
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi! 
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi; 
Zulmün ki, zevâl akılına gelmezdi, geberdi! 
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni, 
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi. 
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep; 
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi. 
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet... 
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.



                                                           
Çanakkale Şehitlerine 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


Ey Yolcu, Uyan!

‎ ''Allah'a dayandım! '' diye sen çıkma yataktan...
Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Alemde ''tevekkül'' demek olsaydı ''atalet''
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi;
Kur'an duramaz, Nezd-i İlahi'ye dönerdi.

''Dünya koşuyor'' söz mü? Beraber koşacaktın;
Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Madem ki uyandın o medid uykulardan,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu:
Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?

Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha!
 

28 Nisan 2016 Perşembe

RIHANNA *

Rihanna (d. Robyn Rihanna Fenty, 20 Şubat 1988), Barbadoslu R&B ve pop şarkıcısı. Ayrıca söz yazarı, kültür elçisi, video yönetmeni, moda ikonu, moda tasarımcısı ve aktristir. Saint MichaelBarbados doğumludur.
Rihanna, 7 yaşında şarkı söylemeye başladı. 15 yaşında "Combermere" adlı müzik okuluna giden Rihanna, iki sınıf arkadaşıyla beraber müzik grubu kurdu. Genç sanatçının yaşamı, müzik yapımcısı Evan Rogers'la tanışmasıyla değişti. Bu dönemde 4 adet demo şarkı çıkaran Rihanna'nın, sesini beğenen Def Jam Kayıt Şirketi'nin patronu Jay-Z, Rihanna ile hemen çalışmalarına başladı[2]
2005 yılında ilk albümü olan Music of the Sun'ı çıkardı. Albümün çıkış parçası olan "Pon de ReplayBillboard Hot 100 listesinde 2 numaraya kadar yükselmiş ve büyük başarılar elde etmiştir. 2006 yılına gelindiğinde ise A Girl Like Me adını verdiği ikinci stüdyo albümünü çıkardı. Bu albüm sayesinde birçok ödül aldı ve albümdeki SOS şarkısı Billboard Hot 100 listesinde 1 numaraya kadar yükseldi.[3] Bir sonraki yıl çıkarttığı Good Girl Gone Bad (İyi Kız Kötüye Gidiyor) albümünde imaj ve tarzını değiştirerek muhteşem bir çıkış yapan Rihanna, kendinden her yerde söz ettirmeyi başardı. Albümün tanıtımı için "Good Girl Gone Bad Tour" adını verdiği ikinci Dünya turunu düzenledi. Albümdeki UmbrellaShut Up and DriveDon't Stop the MusicTake a Bow ve Disturbia önemli Rihanna hitleri oldu. Bunlardan "Umbrella" şarkısı ile Grammy Ödülü[4] kazanan Rihanna,Entertainment Weekly tarafından da '2008'in Divası' seçildi.[5]
2009 yılının son aylarında, dördüncü stüdyo albümü Rated R'ı çıkardı. Bu albümü ile tarzını tekrar değiştirdi ve albümün tanıtımı için "Last Girl on Earth Tour" adını verdiği üçüncü turnesini düzenledi. Bu tur kapsamında Türkiye'ye geldi ve 25.000 kişiye konser verdi.[6] Albümdeki "Russian Roulette", "Hard" ve "Rude Boy" Rihanna hitlerine adını yazdırmayı başardı. Bir sonraki yıl hızını kesemeyip Loud albümünü yayınlamaya karar veren Rihanna, albümün ilk single'ını çıkarmak üzereyken Eminem'le "Love the Way You Lie" şarkısında düet yaptı. Şarkı "Billboard Hot 100" listesinde 7 hafta bir numarada kaldı.[7] Loud albümü için imajını yenileyen Rihanna, saçını da kırmızıya boyattı. Albüm çıktıktan sadece 6 ay sonra dünya çapında 5.000.000 sattı ve albümden çıkan "Only Girl (In the World)", "What's My Name?", "S&M" ve "Man Down" listelerde büyük başarı elde etti. Loud albümünün tanıtımı için ise dördüncü turnesi olan "Loud Tour"'u düzenleyen Rihanna, bu tur sırasında altıncı stüdyo albümünün kayıtlarını tamamladı. 21 Kasım 2011'de satışa sunulan Talk That Talk albümünün çıkış şarkısı We Found Love'dır ve şarkı listelerde önemli başarılar sağladı. Albümün ikinci klibi "You da One" 23 Aralık 2011'de, üçüncü klibi "Where Have You Been" 30 Nisan 2012'de yayınlanmıştır. Talk That Talk'ın tanıtım sürecinde yedinci stüdyo albümünü hazırladı. 26 Eylül 2012'de albümün ilk teklisi Diamonds'ı yayınladı. Diamonds listeleri alt üst etti ve 19 Kasım 2012 tarihinde Unapologetic adlı albümü çıktı. Unapologetic,Billboard Hot 100 listesinde en çok satan albümlerde ilk numaraya yükseldi. 7 Ocak 2013 tarihinde Mikky Ekko ile yaptığı düet olan Stay'i ikinci tekli olarak yayınladı. 8 Ocak 2013'te üçüncü tekli Pour It Up'ı yayınladı. Hemen ardından birçok Amerikan rapçisi ile yaptığı Pour It Up (Remix) yayınlandı. 28 Mayıs 2013 tarihinde Fransız DJ David Guetta ile çalıştığı Right Now adlı dördüncü teklisini yayınladı. 3 Haziran 2013'te Wale ile Bad (Remix) şarkısını yayınladı. Ayrıca Rihanna bu albüm için eski stil ve imajına geri dönmüştür.
Bunların haricinde Rihanna'nın fanlarına verdiği isim "Rihanna Navy"'dir.[8] Ayrıca Rihanna'nın sesi 3.2 oktavdır ve "Hate That I Love You" şarkısının bir canlı performansında bir nota üzerinden hiç bozmadan 8 saniye giderek kendi rekorunu kırmıştır.[9] 55 milyondan fazla kopya albüm, 210 milyondan fazla tekli satışı bulunarak; Dünya'daki en çok dijital satış sayısına sahip kişidir.[10] 18 Mart 2011 tarihine kadar sadece ABD'de 10 milyon albüm, 28 milyondan fazla tekli satmıştır. Top 50 Digital Songs listesinde en çok satan ve en çok şarkısı olan isim olarak da rekoru vardır. 2008 yılının Dünyanın en çok satan Pop sanatçısı ve Yılın sanatçısı seçilmesi yanı sıra Dünya Müzik Ödülleri'nde yine aynı sene "En İyi Uluslararası Kadın Sanatçısı" seçildi ve BRIT Ödülleri dahil olmak üzere birçok yerden övgü aldı. 22 Bilboard Müzik ödülü, 8 tane Grammy, 8 American Music Awards ödülü topladı.
27 Mart 2015'te beyaz perdede yerini alan Home adlı DreamWorks yapımı 3D animasyon filminde Jim ParsonsSteve Martin ve Jennifer Lopez ile birlikte başrolü paylaşan Rihanna, filmde "Tip" adında siyahi bir kızı seslendirdi. Ayrıca filmin soundtrack albümü için "Towards the Sun" adında bir şarkı kaydetmiştir. 28 Ocak 2016'da sekizinci stüdyo albümü Anti'yi yayımlamasının ardından 14 Şubat 2016'da Kanye West'in çıkardığı yedinci stüdyo albümü The Life of Pablo'da "Famous" adlı şarkıda yer almıştır.


26 Nisan 2016 Salı

2016 GİYİM MODASI :)


  

                  



               



      



      



        


       

       


      

     

   

   

4 Nisan 2016 Pazartesi

MANTIK-UT TAYR

Mantık-ut Tayr Allah'ın birliği, İslam dininin son peygamberi Muhammed'in methi gibi konulara sahip olan uzunca bir girizgâhın ardından kuşların kendilerine bir padişah seçmek istemelerinden bahseden bir giriş bölümü ile başlar. Kuşlar bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğu kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. Daha sonra içlerinde en bilge görülen Hüdhüd onlara padişahlarının ancak ve ancak Simurg kuşu olduğunu aktarır. Bu nokta ile birlikte Hüdhüd hikâye içerisinde önemli bir semboldür ve giriş kısmında kuş topluluğundaki Hüdhüd şu şekilde betimlenir:
"Sırtında tarikat elbisesi, başında ise hakikat tacı vardı."[2]
Eserde Tanrı'yı sembolize eden Simurg kuşuna yapılan betimlemelerden biri ise şudur:
"Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır."
"Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız."[3][4]
Buradan sonra yol hazırlığı içerisindeki kuşlar tek tek tanıtılır fakat öncelikle Simurg'u daha detaylıca tarif eden bir bölüm yer alır. Sonrasında farklı kuşların hikâyeleri anlatılır ve her bir kuşla bir zaaf veya özellik ilişkilendirilir. Böylece o zaafın veya özelliğin tasavvuf bağlamındaki yerine değinilir. Örneğin papağanın hikâyesinde papağan kendisinin Simurg'un dergâhına varacak takati olmadığını belirtir ve tek arzusunun içmekte olduğu ab-ı hayatolduğunu dile getirir. Hüdhüd ise canını önemsemenin yanlışlığı ile ilgili bir cevap verir ve canın canana feda etmek için olduğundan bahseder. Kitabın tek tek kuşlardan bahseden bu bölümünden itibaren anlatımda aralara bahsi geçen özellik, kavram veya genel olarak konu hakkında çeşitli hikâyeler, kıssalar anlatılır. Bu kıssaların bir kısmı tarihte yaşamış önemli kimselere atfedilir veya içlerinde karakter olarak bu kişileri barındırır.
Kuşların tek tek gelip kendilerine dair konuşmalarından ve bunlardan çeşitli özelliklerin tasavvufî tahlilinin yapılmasından sonra kuşlar Hüdhüd'e başka sorular yöneltirler. Cevaplardan sonra kuşlar yola düşmek isterler öncelikle Hüdhüd onlara açıklayıcı bir konuşma yapar. Fakat bu konuşmanın ardından bahane getirmeye başlarlar. Hüdhüd tek tek bahaneleri cevaplar. Bahanelerin sonunda bir kuşun yolu anlatmasını istemesi üzerine Hüdhüd Simurg'a ulaşmak için gidilecek yolu anlatır; aşılması gerekilen yedi vadi vardır, hepsi de çetindir. Vadilerin adları sırasıyla: TalepAşkMarifetİstiğna (ihtiyaçsızlık), TevhidHayret, son olarak da Fakr ve Fena'dır. Hüdhüd bu vadilerin her birini anlatır, daha sonra etkilenen kuşlar yola koyulurlar. Binlerce kuş olarak çıktıkları yoldan sadece otuzu Simurg'un dergâhına varabilir. Sonunda Simurg'u gördüklerinde ise Simurg'un kendileri olduğunu fark ederler; dergâh aslında bir aynadan ibarettir. Bu eserde şöyle açıklanır:
"O dergâhtan hal diliyle bir nida geldi: 'Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır'."[5]
Kuşlar böylece fani olduktan uzunca bir süre sonra onların tekrar kendilerine (varlık alemine) gelmelerine izin verilir. Bu noktada kuşların geldikleri makamın beka olduğunu ifade eden ve beka makamından söz eden beyitler bulunur. Kitap Attar'ın kendisi hakkındaki bir kısımla biter; bu kısımda kitabına dair de yorumları bulunur.

21 Şubat 2016 Pazar

Dede Korkut Hikayeleri

Dede Korkut Kitâbı (Dresden yazmasının adıyla: Kitāb-ı Dedem Ḳorḳud Alā Lisān-ı Tāife-i Oġuzân, Vatikan yazmasının adıyla: Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı), Oğuz Türklerinin bilinen en eski epik destansıhikayeleridir.
On iki destansı hikâye ve bir önsözden oluşur. İçerdiği hikayeler tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan birer sözlü gelenek ürünüdür. Hikâyeler kulaktan kulağa aktarıldığından dolayı gerçek hâlinin dışına çıkmıştır. XV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği tahmin edilir. Oğuzların yaşam biçimlerinden, ekonomisine, inançlarından, giyinişlerine, beslenmelerinden içinde yaşadıkları doğaya kadar pek çok konuda bilgi sağlayan bir kaynaktır. Günümüze ulaşan iki el yazması nüshadan birisi Dresden Kütüphanesi’nde, birisi Vatikan Kütüphanesi’ndedir.

İsmin tarihi

Korkut kelimesinin “kork-” fiil kökünden türemiş olma ihtimalinin yanı sıra 
 kökenli olup 
 manasına gelmesi de mümkündür. Her iki ihtimalde de a€˜Korkut` kelimesinin bir lakap, bir unvan olduğu görülmektedir. “Dede” kelimesinin ise ata manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır. 

Dede Korkut`un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut`un iki kişilik olarak ön plana çıkar:
  1. Kutsal kişiliği
  2. Bilge kişiliği
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut`un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürse de bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır. 

Destanlar

Kitapta on iki tane destan vardır. Bu destanların her biri bir boy için söylenilmiştir. Bu destanlarda boyların 
ının başından geçen olaylar, ad koyma, canavarlarla savaşma gibi bölümler yer almaktadır. 

Hikayelerin dili oldukça sadedir. 15-16. 
 yazıya geçirildikleri halde arı bir 
`ye sahiptir. Az miktarda Arapça kökenli kelime de vardır. 
 ve 
`in 
 ile yayınladıkları kitaplar
 öğrencilerinin anlayabileceği kadar sade ve basit cümle yapısına sahiptir. Hikayeler çoğunlukla 
ve ahenkli bir şekilde anlatılır. Manzumların bir kısmı kafiyeli olmasa da kulağa hoş gelen bir söyleyiş tarzı vardır. Kitapta yaklaşık 8.000 tane farklı sözcük ve deyim geçer. Cümleler kısa ve yalındır. 

Dede Korkut Destanlarının Genel İç Yapısı

Dede Korkut destanları olağanüstü olayların yoğunluğundan sıyrılmış ve günlük, sade olaylar içeriklerine dahil olmuştur. Destan niteliğine tüm Oğuzlar`ı etkilemesiyle ulaşmıştır. 

Hikayelerde dersler verilmiş, halk bilgilendirilmek istenmiştir. Destanlaşmış tarih olayları anlatılmıştır. Oğuzların dini inançları belirtilmiştir. Örneğin, Alplerin savaşa gitmeden önce arı suyla abdest aldığı ve iki rekat namaz kıldıkları belirtilmiştir. Halkın ekonomik durumu da anlatılmıştır. Oğuzların daha çok 
 geçindiği neredeyse her hikayede görülmektedir. Yalnız, Oğuzlar`da üstünlük zenginlikle, mal ve mülkle olmamaktadır. Bunun için yiğitlik gerekmektedir. Erkek gençlerin isim alabilmesi için bir yiğitlik göstermesi gerekir. Yiğitlik gösteren delikanlıya Dede Korkut isim verir. Verdiği isimler genellikle delikanlının gösterdiği yiğitlikle alakalıdır. Mesala 
`a a€˜Boğaç` ismi boğayı boğduğu için verilmiştir. Oğuzlar işlerini kendileri yapamazsa küçük düşerler. Üstünlüklerini kaybetmemek için yardım kabul etmezler. 
`ın hikayesinde de böyle olmuş, Kazan Han çobanı, yardımını engellemek için ağaca bağlamıştır.